Halkın koşusu önünde durulmaz. Kim veya kimler durursa tepetaklak olur, toprağa yapışır.
Dağınık durumdaki halkın ayaklarını kim bir hizaya sokabilir de koşuyu başlatırsa, başarılı bir koşu çıkarmaması için bir neden yoktur.
Şu da var; uzun zaman koşuyu unutmuş veya unutturulmuş, ona, heyecanlanacak bir hedef gösterilmemiş ve de sürekli bastırılmış toplumları bir istikamet üzere koşuya sokmak zorun zoru bir iştir. Bu zor olanı başarmak da liderin işidir. Bu başarıldığı zaman artık yol açılmış ve hedef yaklaşmıştır. İşte gerçek lider böyle zamanlarda ortaya çıkar.
Evet, 12. Cumhurbaşkanı’nı halk seçecek. Bu, Cumhuriyet tarihinde bir ilk olacak. Her ilk, aynı zamanda bir devrimdir de. Belki bu seçim, Başkanlık Sistemi’nin de önünü açacak. Bu durumda halkın desteği ilk sırada yer alacak ve başa geçenler de halka rağmen bir tasarrufta bulunamayacak. Cumhurun dediği olacak ve “Cumhuriyet” asıl kimliğine kavuşacak.
Cumhuriyet tarihimiz adeta darbelerle delik deşik edilmiştir ve halen de bunun rüyalarına yatanlar az değildir. İlla bir vesayet devreye girmeden Cumhurbaşkanı seçilememiştir. 60 Darbesi’nde Ali Fuat Başgil’e yapılanları, mahalle çocukları bile kendi aralarında yapmazlar. Başgil bir siyasetçi olmadığından dayanamadı ve mevziyi terketti. 80 Darbesi’nin ana menüsü, uzun bir süre içerisinde Cumhurbaşkanı seçilemeyişiydi. Özal’ın o makama gelebilmesi de bayağı muhataralı olmuştu ve ilk defa sivil bir cumhurbaşkanı seçilebilmişti. 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül döneminde meşhur “367” bir kılıç gibi parlamentoda sallandırılmıştı.
Şimdi, işte halk yoluna biniyor ve maratona başlıyor. Bu maratonu başlatan liderin adı Recep Tayyip Erdoğan’dır. Önce bir yetenek, Allah vergisi bir kişilik; sonra zamanın ruhu bir araya geldiğinde, kaderin hükmü devreye girer ve zafer mukadder olur. Bu her zaman böyledir; yıkılırken de aynı durum söz konusudur, dirilirken de. Ancak ülkemizin dünya arenasında dirilişi, İslam âleminin uyanışı şu zamanda söz konusu olduğundan artık yıkılış gündemi değil, diriliş gündemi devreye girmiştir.
Geleceği yalnızca Allah bilir; fakat kıştan sonra baharın geleceğini söylemek de bir keramet değildir. Asırlık kıştan sonra milletimiz uyanıyorsa bundan ancak mutluluk duyulur. İngiliz narkozuyla yüz yıl uyutulan İslam âlemi ve ülkemiz, tarihin zincirlerini kıra kıra arenaya çıkıyor ve düşmanlarına korku salıyor. Sadece sömürü düzeniyle dünyayı uyutacaklarını sananların rüyaları artık gerçekle yer değiştiriyor. İnsan şuna üzülüyor; beraber yaşadığımız, aynı havayı teneffüs ettiğimiz bazı insanların hâlâ gerçek bağımsızlığı algılayamaması. Meydan bir gümbürdesin, onlar da bu coşkunun heyecanını duyacaklardır.
10 Ağustos’ta istikamet değişiyor. “Muhtar bile olamaz.” denilen bir İmam Hatipli Cumhurbaşkanı oluyor inşallah. “Dini süpürdük.” diyen uluslararası güçlerin, bunca zaman sonra tekrar bir diriliş muştusuyla sonsuzluk yürüyüşünün bu topraklarda başlaması, onlar ve onların yerli tosuncuklarını müthiş telaşlandırıyor. Hele Tayyip Bey’in adaylık sırasında yaptığı konuşma, birilerini kanser ederken, halkın ruhunu müthiş coşturdu.
Bu konuşma tam bir manifestoydu. Ne balkon konuşmasına benziyordu, ne de bir başka konuşmasına. Tayyip Bey’in topyekûn dünyasını tanımak isteyenler, bu konuşmayı iyi anlamalılar. Samimi, inanmadığını söylemeyen, inandığı ve doğru bulduğunu da çekinmeden haykıran; bir anne kadar munis, bir baba kadar da şefkatli ve otoriter; halkına karşı mecnun suretinde, yabancıya karşı da çelikten bir ruha bürünmüş bir kişilik sergiliyordu. Halkı ona inanıyor ve güveniyor. Onda samimiyet, çalışkanlık ve başarıdan başka bir şey göremiyor. Bunca tezvirata rağmen ona inananlarda bir pörsüme, bir gevşemenin görülmemesi, bütün bu dediklerimizi doğrulamaktadır.
Sayın Başbakan, konuşmasında, bir kızcağızın ona uzattığı bir çift bilezikten söz etmişti. Hayatta her şeyi beş duyu organlarıyla çözmeye çalışanların bunu anlamaları mümkün değildir. Onlar, bunun altında başka bir şey, bir menfaat ararlar. Ancak bu bir ilk değildir ki. Bu davanın kökünden beri bu tür sonsuzluk algısı yüklü davranışlara birçok kez rastlanmıştır. Esasen halkı yöneten sonsuzluk algılı yöneticileri ayakta tutan, onların kaymasını önleyen bir davranış biçimidir bu; fakat aleni olmadığı için pek fazla kimse bunun farkında olmamıştır.
Halk koşmaya başlamıştır ve koşacak gücü de kendinde bulmuştur. Bundan sonrasını, bu koşuyu ne pahasına olursa olsun durdurmaya çalışmış olan emperyal güçler ve onların yerli tosuncukları düşünsün!